Standartlaştıramadıklamızdan

mısınız?

Gazete Kültür, 2021/07/26





Emir Gamsız

Yazar hakkında bilgi için tıklayın.




Birçok madalyası olan ABD’li jimnastikçi ve daha önce yapılmamış birçok yeni hareketi yapabilen bir fenomen olan Simone Biles’ın atlama beygirinde yaptığı bir hareketi, boyun veya kafa üzerine düşme riski çok olduğu için diğer sporcular denemekten bile çekiniyorlar. Olimpiyat kurulu da diğer sporcular yüksek puan almak için deneyip sakatlanmasın diye bu atlayışın zorluk derecesini 6.8’den 6.6’ya düşürmüş. 2021 olimpiyatlarında atlama beygirinde bir hareketin zorluk derecesini düşürerek ve 3’e 3 yarı saha basketbol, kay kay, sörf ve baseball gibi ABD kökenli oyunların çoğalması yoluyla yapılan ABD usulü standardizasyon, olimpiyat ruhunu da tekelleştiriyor ve standardize mi ediyor ?


Standardizasyon (Türkçesi: ölçünlüleştirme) ve kategorizasyon (Türkçesi: sınıflandırma) kavramları kendini batı diye kategorize eden kültürlerin, batı olmayanların kültürlerinde anlayamadıkları nitelikleri kendilerince isimlendirebilmeleri için geliştirdiği kavramlardır. Kategorizasyonun bilimin ele aldığı konularda faydalı bir yöntem olduğu aşikâr olmasına rağmen sanat ve edebiyat konularında hiçbir kategoriye girmeyen o kadar çok eser vardır ki, kendine batı diyen kültürlerin bu alanları da kategorize etmekte ısrar etmesi kültürel olarak vahim sonuçlara sebep vermektedir. Örneğin Endonezya veya Türk kültürünün inceliklerini doğru kategorize edebilecek kadar anlayamayan Germen-Anglo-Sakson kültürü, kategorizasyonu kendi bildiği sınırlar içinde yaptığında o inceliklerin yok olmasına yol açabilecek bir standardizasyon yaptığının farkında bile değildir. Önemli olan bilgiyi kendi kısıtlı kapasitesi dahilinde bir kategoriye yerleştirebilmesidir. Bu da sanat denilen alanın, neredeyse her insan ile başka bir kategori oluşturabilecek kadar zengin bir sınırsızlığa sahip olması gerçeğiyle eşleşmeyen bir uygulamadır. Dolayısıyla 2021’de olimpiyat sporlarına dahil edilen ABD kaynaklı yeni spor dallarının sporu sadece ABD’lileştirmesi gibi, sanat ve kültür de ABD sinema ve televizyonu aracılığıyla tekelleşmiştir. Büyük şirketler eserleri “ürün” etiketiyle standartlaştırıp, örneğin sonatları ve senfonileri de şarkı diye satarak tüm dünya kültürünü yok eder. Artık tüm dünyadaki kültürel zenginliklerin yerini ABD’li versiyonları alıyor, tabii Türkiye’de de. Aşık (ya da Ozan) Atışması yerine Rap (Hip-Hop); çayda çıra, horon vs. gibi halk dansları yerine önce İngiliz halk müziği Rock’tan türemiş Rock’n Roll, sonra 80’lerde break dance, sonraları techno ve clubbing denilen ne idüğü belirsiz şeyler ve son dönemde de hip-hop. Meddah gösterisi yerine komedinin en bayağı formu olan stand-up komedi, türkü yerine konulan pop ve rock ve bunlar gibi birçok örnek daha verilebilir. Dolayısıyla sanatsal formların ABD’lileşmesi sonucunda araç-gereç seçimleri de ABD’nin belirlediği standartlar dahilinde yapılmak zorunda kalınıyor. Bu ürünlerin üretimi de olmadığından, kültürün canlılığını sürdürebilmek için gereksinimleri tedarik etmek ihtiyacı sebebiyle ABD’ye bağımlı olmak sonucu kaçınılmaz oluyor. Örneğin bir kamera markası yeni bir model çıkardığında ABD’li sinema ve dizi film servisi sağlayan kırmızı şirketin onayladığı bir model değilse, satışı onaylı olan kadar yüksek olamıyor. Zaten bütün bir kıta olmasına rağmen Türkiye’nin yarısından az nüfusu olan, Anglo-Sakson sömürgesi Avustralya bile bu ürünlerin bazılarını üretirken, Almanya ve Japonya dışında kimse bu tür endüstrilerin ana kaynaklarından olamıyor. Tabii işin bu kısmı tamamıyla ABD’nin suçu değil.


Bu kültürel çöküşe sebebiyet verenin ABD kültürü ve globalleşme adı altında diğer kültürleri çökertme stratejisi olduğunu ABD’li olmayıp da konuşmayanımız beyni yıkanmış bir hayranlıktan muzdariptir. Fakat sorumluluğun kimde olduğunu sorguladığımızda, kültürel saldırıyı yapandan ziyade bu saldırıya müsade eden ve kendini unutan kültürü, yani kendimizi sorumlu tutarsak bir değişiklik için eyleme geçme şansımız olabilir. Eylemin başlangıcı da, endüstri olamayacak alanların değerlerini törpüleyerek, kendi endüstriyel kategorilerine sokup, ürün olarak satmasına müsade etmemektir. Kategorize ve standardize ederek yaşayanlarımız sanatı anlayabilmek için kültürel zenginliklere dönüp, sınıfların dışına çıkarak değerlendirmeyi öğrenemezse, kendisine sanat eseri diye satılan şeyin bir ürün olduğunu da anlayamaz. Endüstri kelimesinin mânâsı “Fabrikalarda hammaddelerin işlenmesi ve malların imalatı ile ilgili ekonomik faaliyet”tir. Satın aldığımız şey ürünse sanat değildir. Sanat ürünü olmaz, sanat eseri olur.