Oyun Sanatı - 4 “DÜN”

2021/06/12





Ege Maltepe

Yazar hakkında bilgi için tıklayın.






Maltepe'nin Bach Café Yayınları'ndan çıkacak olan Oyun Sanatı kitabından alıntılar içeren makale serisidir.



DÜN


“Amerikan sineması bugün dünyadaki bilinçdışına yönelik en iyi propaganda aracıdır. Düşünceler ve görüşleri yaymak için idealdir. Sinema bir milletin düşünce ve alışkanlıklarını tek-tipleştirebilir. Filmler piyasanın ihtiyaçlarına cevap vermek için yapıldığından, yeni düşünce ve görüşleri harekete geçirmek yerine, popüler eğilimleri yansıtır, altını çizer ve hatta abartır. Filmler yalnızca moda olan düşünce ve gerçekleri yansıtır. Gazete nasıl haber sağlarsa, filmler de eğlence sağlar.” - Edward Bernays


Edward Bernays, 1928’de yazdığı ve 1955’te revize ettiği Propaganda isimli kitabında sinemanın toplumun görüş ve alışkanlıklarını, kısaca tüm yaşayışını yönlendirme konusundaki etkisi hakkında bunları yazmıştı. Dünü anlamak için, 1891-1995 arasında, 103 yıl yaşayan ve çalışmalarıyla 20’inci yüzyıla şekil veren, Edward Bernays’i tanımamız gerekir.


Sanayi Devrimi ve ardından gelen Birinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika’ya göç artmıştı. Yeni bir hayat hayaliyle gelen göçmenler hem geldikleri ülkelerin fakirliğinden ve savaş sonrası bitkinliğinden kaçıyor hem de Amerika’da sayısı hızla artan fabrikalarda iş bulabileceklerini umuyordu. Üretim artmıştı. Bu yeni durum, beraberinde yeni sorunları getirdi. Üretimin artmış olması o ürünleri satın alanlar olmadıkça bir işe yaramıyordu. Fakat halkın ihtiyacı olmayan şeyleri satın almak gibi bir alışkanlığı yoktu. Örneğin halihazırda paltosu olan biri, o palto eskiyip giyilmez hale gelinceye kadar yeni bir palto almayı düşünmüyordu. İşte bu noktada Bernays devreye girerek endüstri patronlarını, bu sorunu yeni bir toplum inşa ederek çözebileceğine ikna etti. Bu daha önce karşılaşılmamış büyüklükte bir değişimi, dönüşümü gerektiriyordu. Bernays bunun için o dönemde daha yeni keşfedilmiş olan bir şeyi kullanacaktı: bilinçdışı.


DAYI-YEĞEN


Edward Bernays Viyana’daki dayısının çalışmalarıyla yakından ilgiliydi. Onunla yürüyüşlere çıkar, uzun uzun sohbet eder ve mektuplaşırdı. Dayısı, 1800’lerin ortasına kadar felsefe disiplininin bir parçası olan psikoloji alanında çalışıyordu ve bu alanda yeni bir bir yaklaşımı ortaya sürüyordu. Çalışmalarına “psikanaliz” ismini vermiş olan bu adamın adı, Sigmund Freud’du.


Bernays, dayısı Freud’un çalışmalarını inceleyerek insanların korkularının ve arzularının saklandığı bir bilinçdışına sahip olduğunu öğrendi. İnsanlar bilinçli seçimler yapmaya çalışarak yaşıyorlar ve bu sebeple bir ürünü satın almadan önce buna ihtiyaçları olup olmadığını sorguluyorlardı. Bernays, üretimin arttığı bu yeni düzenin var olabilmesi için ihtiyaçların yerini arzu ve korkuların alması gerektiğini düşündü. Freud’un grup psikolojisi hakkındaki çalışmaları da Bernays’e insan gruplarının sürülerden farklı olmadığını gösteriyordu. Bernays toplumu, bireyler değil, sürüler olarak görürse istediği yere yönlendirebileceğini düşündü. New York’ta tarihteki ilk halkla ilişkiler ofisini kurarak işe başladı. Yaptığı işe “halkla ilişkiler” ismini veren de bizzat kendisiydi. “Propaganda” kelimesi sert ve politik duyulurken “halkla ilişkiler” kulağa çok daha davetkâr geliyordu. Böylece Bernays günümüzde üniversite bölümleriyle de meşrulaşan Halkla İlişkiler teriminin isim babası oldu. Nasılsa bir şeyi meşrulaştırmanın en kısa yolu onu insanlar için kıymetli hatta kutsal olan bir şeyin içine yerleştirmektir.


Edward Bernays yaptığı kampanyalarla insanları tam da istediği yönde etkileyerek, sorgulamadan tüketen yeni bir toplum inşa edilmesinde başrol oynadı. Bilinçdışını hedefleyen yöntemleri daima sinsi ve kurnazcaydı. Ölümünden sonra kızı Anne Bernays ile yapılan röportajda° Anne, babasının etrafındaki herkese sıkça “aptal” dediğini söylemiştir, “Onun için herkes aptaldı”.


Sigara içenlerin içmeyenlere göre daha “havalı” göründüğü algısı, “sabah kahvaltısı protein yüklü olmalıdır” düşüncesi, “kadın dergisi” ve “moda” kavramları ve hatta Sigmund Freud’un çalışmalarının psikoloji alanındanki en önemli (hatta tek önemli) kaynak olduğu algısı gibi, bugün hala yaşamımızı etkileyen ve bizi yönlendiren birçok düşünce Bernays’in müşterisi olan şirket ve kişilerin reklamını yapmak için yürüttüğü kampanyaların sonucudur.


İKONLAR YARATMAK


Bernays kampanyalarında her türlü medyayı yoğun bir biçimde kullanmış, film yapımcılarıyla da çok yakın çalışmıştı. Halkı, yani sürüleri yönetmek için liderlere ihtiyaç olduğunu gören Bernays insanların filmlerin büyüsüyle, oyunculara hayranlık duyduklarını fark etmiş ve bu oyuncuların doğal olarak birer grup ve kanaat lideri olacağını görmüştü. Bu amaçla “ikonlar” yaratılmalıydı. Bu ikonlar büyük yetenek ve ustalığa sahip olmasa da olurdu, önemli olan nasıl göründükleri, algılandıklarıydı. Görsellik ön planda tutulmalı ve bu kişilerin toplumun bilinçdışında sıkışmış arzulara hitap etmesi için uğraşılmalıydı. Bu ikonlar, sıradan insanın yapamadığı çılgınlıkları yapmalı, skandallar yaratmalı, herkesten daha ilginç, güzel veya çekici görünerek sürüleri büyüleyen birer nesneye dönüşmelilerdi. Böylece ikonlar karşısında sürüler ruhsal dengelerini, başka bir deyişle kendilerini kaybedebilirdi. Kendini kaybedenlere ise her şey kolaylıkla satılırdı. İşte bu amaçla pompalanan yıldızlık ve şöhret kültürü günümüzde geçerliliğini korumakla kalmayıp, artık hiçbir yeteneği ve zanaati olmayan kişiler de şöhret sahibi olabilmekte, hatta gösteri dünyasından olmayan sıradan insanlar da sosyal medya aracılığıyla birer şöhret gibi yaşamaktadırlar. Oyunculuk okullarına giren oyuncu adaylarının büyük çoğunluğu oyuncu değil, oyunculuk yoluyla şöhret olmak amacıyla o okullarda okumaktadır ve bu okulların sayısının bu denli artmasının sebebi de budur. Aslında, bu kadar çok “oyuncu adayı” yoktur, bu kadar çok “şöhret adayı” vardır.


TÜKETİM ÇAĞININ ZİRVESİ


Bernays’in taktiklerinin etkisiyle, mal, ideoloji, eğlence, moda, yaşam stili, kısaca endüstrilerin ürettiği her şeyi tüketme histerisi içinde, 1920’lerden 2020’lere, yüzyıl içinde gezegenimizin geri dönülmez bir biçimde zarar gördüğü bir hale geldik. Tüketim çağının zirve noktasında bugün, satın aldığımız ürünler yetmezmiş gibi kendimiz de birer ürüne dönüştük. Artık geçmişin büyük oyunculuk hocaları ve teorisyenleri yok, üniversite sektöründe “iş bulmuş” hocalarımız var. Artık gönlünden geçen senaryoyu yazan yazarlarımız yok, “A-B-C” diye etiketlenen seyirci kitlelerine hitap eden projelerin “yaratıcı” ekipleri var. Artık dekordan kostüme, yazarlıktan yönetmenliğe tiyatroya dair her şeyi kendince bilen ve bizzat yapan tiyatro sanatçılarımız yok, büyük ekipler olmadan kendini bir hiç gibi hisseden, kompartmantalize (sanatın bütünselliği konusuna ilerleyen bölümlerde değineceğim) olmuş sanatçılar var. Saydığım tüm yokluklar birtakım “şeylerin” satılması üzerine kurulmuş olan dünya düzenine bağlanabilir.


Dünün mirasıyla inşa edilen bugün hal böyleyken bizi nasıl bir yarın bekliyor?


... Devamı bir sonraki makalede ...